Arap Vahşeti Adım Adım Yaklaşırken İslamiyetin İlk Yıllarında Arap-Türk Münasebetleri Bölüm -4 Detaylı ve Günlük Takip İçin Twitter&...
İslamiyetin İlk Yıllarında Arap-Türk Münasebetleri
Bölüm -4
Detaylı ve Günlük Takip İçin Twitter'dan Taner Ünal
BAYKENT BAŞTAN AŞAĞI TAHRİP EDİLDİ,
BÜTÜN ERKEKLER ÖLDÜRÜLDÜ. KADINLAR VE ÇOCUKLAR ESİR EDİLDİ.
ARAPLAR BU ZENGİN TÜRK ŞEHRİNİ İSTEDİKLERİ GİBİ YAĞMA ETMİŞLERDİR..
TABERİ’NİN RİVAYETİNE GÖRE, BAYKENT’TEN ARAPLAR ÖYLESİNE ÇOK MAL, MÜLK, ZENGİNLİK SİLAH, ALTIN VE GÜMÜŞ GİBİ DİĞER KIYMETLİ MÜCEVHERLER ELDE ETMİŞLERDİR Kİ BU GANİMETİN HAD VE HESABI YOKTU.
KATİPLER BUNLARI SAYA, SAYA BAŞ EDEMİYORDU. BU GELİŞMEYE EŞLİK ETMEK ÜZERE BUDİST VE ZERDÜŞT İNANCININ SEMBOLLERİ, ONLARA İNANAN YERLİ HALKIN KORKU DOLU BAKIŞLARI ARASINDA ÜST ÜSTE YIĞILARAK YAKILDI.
BU YOLLA MÜSLÜMANLAR, HEM DEĞİŞİK İNANÇLARDAN TÜRKLERİ TERÖRİZE EDERKEN DİĞER YANDAN DA YENİ GANİMET İMKANI ELDE EDİYORLARDI.
ÖRNEĞİN ERİTİLEN BU SEMBOLLERDEN 50 000 MİSKAL ALTIN VE MÜCEVHER ELDE EDİLDİĞİ SÖYLENMEKTEDİR.
İSLAMİYETİN İLK YILLARINDA ARAP TÜRK MÜNASEBETLERİ
BÖLÜM - 4
YAZAN TANER ÜNAL
Haddi zatında Toharistan Yabguluğu mülki bir birim olarak ilk defa Batı Göktürk kağanlarından Tong yabgu (619-630) tarafından kurulmuş (630) ve Kağanı temsilen Han. Yabgu Tardu Şad’a bağlanmıştır. Bu şekilde Türk devlet geleneği esasına göre kurulan sistem, el Mutasımın ilk hilafet yıllarına kadar (835) devam etmiş ve Türk asıllı bir çok aristokrat Toharistan Yabgusu olmuştur. İslami kaynakların rivayetlerinden Toharistan Yabgularının genellikle Karluk, Türklerinden olduğu anlaşılmaktadır, Çinliler bu bölgeye Tou-ho-lo adını vermişlerdir. Miladi VII. Asıra M.Ş. Günaltay’ın beyanına göre, bura ahalisinin büyük bir kısmı Aftalitler’den Akkoyunlu Türklerden oluşuyordu. Hanları Che-Hou yani yapagu unvanıyla yad edilmekte ve Arap fetihleri sırasında Gök-Türk Hakanlığına bağlı bulunmakta idi. Toharistan yabguluğunun başşehri Kunduz idi. Belh ise genellikle “budizmin merkezi ve çok kutsal bir ocağı durumunda idi.
Şimdi burada aklımıza şöyle bir soru gelmektedir; İslami fetih yıllarında Müslüman Arap valilerinin önüne çıkan, kâh onların yanında ve kâh onların karşılarında olan bu Toharistan Yabguları kimlerdir? Adları nedir? Nasıl Müslüman olmuşlardır? Şimdilik bu sorulara kesin bir cevap vermemiz mümkün değildir. Buna sebepte, kaynakların bu kabile toplumda müessir şahsiyet haline gelmiş kişileri kendi adıyla değil de onların meşhur lakabları ile zikretmeleri, onların değil kitle ihtidaları, yerli halk ve hele hele mahalli hükümdarların ihtidaları, ile ilgili rivayetleri kaydetmede şaşılacak derecede ihmalkâr davranmalarıdır.
Bilindiği gibi, yabguluk, kadim Türk asalet unvanlarından biridir. Eski Türklerde “tudun”ların üstünde olan ve bütün ilin üzerinde ferdi hakimiyet icra eden siyasi reise Yapagu denilir ve bu “ilbeyi” manasına gelirdi. Bu takdirde böyle bir asalet unvanı alan kimsenin özel bir adı olması gerekmektedir. Halbuki kaynaklarımız sadece Yapagu dan bahsetmekte ve onun gerçek ismini bir türlü zikretmemektedirler: Bu Araplarla çetin mücadelelerde bulunan Türk Han, Hakan ve diğer aristokrat Türk büyükler için böyle olduğu gibi Toharistan Yabguluğu içinde bu böyle olmuştur. Temel kaynaklarda onlar çoğu kere asıl adı ile değil, sahip oldukları ünvan ile zikredilmişlerdir. Bu Toharistan Yabgusu için de böyledir. İslami kaynaklar çok ayrıntılı bilgilerinden de anlaşılacağı üzere, Toharistan Yabgusu’nun aktif durumu, ilk fetih yıllarından başlamak üzere Abbasilerin II. Yükseliş devrine kadar, yani yaklaşık olarak bir buçuk asır devam etmiştir. Bir kişinin bu kadar uzun süre Yapagu olarak kalması mümkün değildir. Bu bakımdan biz Toharistan Yabgularının İslami devrelerini ikiye ayırmış bulunuyoruz. Bunlardan birinci devre; Toharistan Yabguluğu, ilk devirlerden başlamak üzere Kuteybe b. Müslim’in valilik yılları hatta onun ölümünden sonraki yıllara kadar uzanmaktadır. (630 – 720) ikinci devre ise Kuteybe'nin ölümünden sonra başlayan ve Abbasilerin ikinci yükseliş devri yani el-Mutasımın ilk hilafet yıllarında devam eden Yabguluk devridir.(720 – 833)
Kutayba, Batı Gök-Türklerin hanedan ailesine bağlı Budist Türk Teginlerinin yönetimindeki Toharistan’a (Toharistan Amu-Derya’nın yukarı mecrasında bir bölgedir. Eskiden 27 küçük beyliğe ayrılmıştı; kuzey hududunu Demir Kapı”, yani Kaşka-Derya ile yukarı Amu Derya ırmakları arasında kain Buzgala geçidi teşkil ediyordu. İslam çağında da Toharistan, geniş manada Amu-Derya’nın yukarı mecrasının sağ ve solunda bulunan ve Belh’e tabi olan bütün dağlık memleketleri içine alıyordu. Bu yıllarda Toharistan Aşağı ve Yukarı Toharistan olarak iki ayrı bölümde mütala edilmiştir.Yukarı Toharistan, denildiğine göre, Belh’in doğusu ile Ceyhun (Amu-Derya)’un batısında bulunuyordu; Aşağı Toharistan ise, Yukarı Toharistan’dan daha doğuya doğru olmak üzere, yine Ceyhun’un batısında bulunuyordu. Toharistan’ın hudutlarından en doğru olarak İstahri tarafından bahsedilmiştir. Belh’in doğusunda, Bedahşan’ın batısında Amu-Derya’nın Güneyinde ve Hindu-Kuş’un esas zirvesinin Kuzeyinde bulunan bir memleketti. Payitaht şehri Talakandı en mühim şehirleri ise Andaraba ve Vavaliz idi.) yöneldi. Kuteybe’nin kendisi üzerine geldiğini gören Toharistan hakimi Neyzek Tarhan herhangi bir mücadeleye girişmeden sulh yapmak istediğini Kuteybe’ye bildirdi.
Bu hadisenin gelişimini İbnül Esir şöyle anlatıyor :
Süleyman mektubu teslim edince Neyzek, Süleym’in kendisinin iyiliğine olan şeyi söyleyeceğini bilerek:
Süleyman ona şöyle karşılık verdi:
Neyzek Tarhan bunun üzerine müzakerelere başladı ve Kuteybe ile merkezi, Badğis’e girmemek şartı ile bir anlaşma yaptı.
Kuteybe Merv’e döndü. Onun için artık Aşağı Türkistan harekatına başlamak sırası gelmişti. Dinamik Arap komutanı iyi bir ordu hazırladıktan sonra Baykent’e doğru hareket etti.
Gerçi bu sırada Türkeş Hakanlığı en kudretli devrini yaşamasına rağmen, Araplar’a karşı yapılan mücadelede fazla bir varlık gösterememiştir.
Bu arada Cürcan hükümdarı kuteybe’ye elçi göndererek barış istedi. Kuteybe, Hükümdarın kendisi bizzat yanına gelmesi şartiyle barış yapacağını bildirdi. Hükümdar, kuteybe’nin yanına gitti. Dönerken talakan’da öldü.
Baykent, Buhara’ya 6 km uzakta, Buhara’dan daha eski bir kentti. Mıntıkanın en mühim sanat ve ticaret merkezlerinden birisi olup (Medinetü’n-Neccar=Tüccarlar Şehri) olarak adlandırılıyordu.
Baykent kesici ve delici harb aletleri yapımı öylesine gelişmiştir ki; en güzel kılınç ve zırhlar burada yapılıyor ve çevre şehirlere buradan ihrac ediliyordu. Bu silah ticareti ile uğraşanların bir çoğu Türk olduğu, hatta Çin’e kadar götürüp bu silahları sattıkları gibi, yerli halkın çoğunluğunun da Türk ve Türkeşlerden oluştuğunu İbn A’sem el-Küfi açık açık kaydetmektedir.
Neyzek Tarhan la anlaşma yeniden anlaşarak ve Toharistan cephesinden emir olan Kutaybe, Araplar arasında gerekli birliği tesis ettikten sonra, asıl hedefi olan Maveraünnehr üzerine yürümek imkanını bularak, Amul ve Zamm geçitlerini emniyete aldıktan sonra Neyzekle Tarhanla birlikte Baykent önlerine geldi. Kuteybe’nin büyük bir ordu ile Baykent’e doğru hareket haberi diğer şehirlere süratle yayıldı. Baykent’liler bütün güçleri ile Araplara karşı direnmeye ve şehri sonuna kadar müdafaa etmeye karar vermişler , Soğdlar dan ve o çevrede dağınık halde oturan Türk boylarından kendilerine yardımcı olmalarını talep etmişlerdi. Kısmen de olsa bu yardım gelmiş bir çevirme hareketiyle dönüş yolları dahi tutularak bütün ikmal ve irtibat yolları kesilmişti.
Bu nedenle Kuteybe’nin hiçbir elçisi Haccac’a varamıyor, kendisi de haber alamıyordu. Kuteybe bu sebeple haberci göndermekte geç kaldığın dan Haccac ordunun tehlikeye düşeceğinden çekinmiş, askerlerin başına bir tehlike gelmiş olabileceği korkusuyla müslümanlara bütün mescidlerde Kuteybe ve ordusu için dualar edilmesini ve En’am suresini okumalarını emretmişti.
Kuteybe Baykent’i iki ay süreyle kuşatmasına karşın alamadı. Arap ordusunda yılgınlık başlamıştı. Askerler artık savaşmak istemiyor, Kuteybe’nin de savaştan vazgeçmesi için en ilginç yolları dahi deniyorlardı.
İşte bunlardan birisini Taberi bakınız nasıl anlatıyor:
“Kuteybe’nin Tender adında bir casusu vardı. İran’lıydı. Buhara halkı ona yalvardılar ve:
Tenderde bunların sözünü kabul etti.
Kalktı. Kuteybe’nin katına geldi:
-Halvet isterim. Dedi. O da yanındaki kişilere izin verdi. Hepsi, huzurdan dışarı çıktılar. Ama onlar arasında Dırar bin Husayn’ı bırakmadı. Birlikte oturdular.
Tender dedi ki:
Kuteybe, bu sözü işitince bir siyah oğlancığı vardı, onu çağırdı. Ona emretti. Tender’in boynunu vurdurttu. Sonra Dırar’a:
Öyle ise, o ağzını sıkı tut. Kimseye bir şey söyleme. Taki müslümanlar kırgınlık duymasınlar.
Dedi.
Sonra, Kuteybe, müslümanları kendi katına çağırdı. Onlar gelince, Tendir’in başının göğdesinden ayrı olduğunu görünce şaşırdılar. Hepsi başlarını önlerine eğdiler. Kuteybe:
diye sordu. Onlar da:
Bu ve benzeri hadiseler neticesinde savaştan başka çarenin kalmadığını anlayan İslam ordusu çetin bir çarpışmaya tutuştu. Kati bir hücuma karar verdi. Bu hücumda bütün askeri maharetini de kullanacaktı. Yapılan kanlı savaşlar ve boğuşmalardan sonra Türkler geri çekilmeye mecbur kalmışlardı. Onlar Baykent’e kadar çekilecekler ve şehri içerden müdafaa edeceklerdi. Bundan yararlanan Kuteybe, derhal şehri kuşattı ve kale duvarları altından lağımlar kazarak Baykent’e girmeyi denedi. Arapların yoğun saldırıları karşısında çaresiz kalan Türkler, kuteybe’den sulh istediler. Ancak Araplar yinede kan dökmeye devam ediyorlardı. Neticede Kuteybe de barışa evet demek zorunda kaldı.
Çünkü Arap ordusu da yorgundu ve yıpranmıştı. Kuteybe, Haraç karşılığı barışı kabul etti. Araplar, barış yolu ile Baykent’e girdiler.
Şehre iki amil (Arap temsilcisi) ve bir miktar da asayiş ve emniyet kuvvetleri bırakarak ayrıldı.
Ancak geride bıraktığı garnizon Baykent halkında bu işin sadece haraç ve ganimet almakla yetinilmeyeceği, işgalin daimi bir nitelik taşıyacağı izlenimi vermişti.
Kuteybe’ye karşı önce gizli sonra aleni bir direniş başlar. Bunda Arap askerleri yerli halka karşı insafsız ve sert davranıyor, onları hor ve hakir görmelerinin büyük tesiri vardı. Hatta şehrin amili Varaka b.Nasr el-Bahili halka hakaret etmede o kadar ileri gitmiştir ki; buna daha fazla dayanamayan bir Türk sonunda onu öldürmek durumunda kalmıştı. Halk bu insafsız davranışlarla ister istemiz bir ihtilal ortamına itildi. Nihayet beklenen oldu. Bu istihkara daha fazla tahammül edemeyen ahali, Araplara karşı isyan etmekte gecikmemişlerdir.
Kent halkı Arap garnizonunu şehirden çıkardı. Zaten şehri yakıp yıkmak için fırsat kollayan Kuteybe korkunç bir geri dönüş yaptı.
Baykent baştan aşağı tahrip edildi, bütün erkekler öldürüldü. Kadınlar ve çocuklar esir edildi.
Yakalanan Baykent Tarhanı, bir milyon dirhem mukabilinde serbest bırakılmasını teklif ettiyse de kabul edilmedi. Kuteybe onun da başını vurdurdu. Şimdi sıra şehrin yağma edilmesine gelmişti. Araplar bu zengin Türk şehrini istedikleri gibi yağma etmişlerdir.. Taberi’nin rivayetine göre, Baykent’ten Araplar öylesine çok mal, mülk, zenginlik silah, altın ve gümüş gibi diğer kıymetli mücevherler elde etmişlerdir ki bu ganimetin had ve hesabı yoktu. Katipler bunları saya, saya baş edemiyordu. Bu gelişmeye eşlik etmek üzere Budist ve Zerdüşt inancının sembolleri, onlara inanan yerli halkın korku dolu bakışları arasında üst üste yığılarak yakıldı. Bu yolla Müslümanlar, hem değişik inançlardan Türkleri terörize ederken diğer yandan da yeni ganimet imkanı elde ediyorlardı. Örneğin eritilen bu sembollerden 50 000 miskal altın ve mücevher elde edildiği söylenmektedir.
Taberi’nin senemlerle ilgili anlatımı ilginçtir: “Rivayet ederler ki Beykent ganimetleri arasında bir sanem bulunmuştu ki 250 miskal ağırlığındaydı. Bu sanemde iki inci vardı ki çok şeffafı ve iriydi. Kuteybe bu inciyi görünce şaşırdı. Adam gönderdi. Macan Ateşgedesi Mubidini (rahibini) çağırttı
. Ona:
O kişi de:
Kuteybe de o iki tane inciyi de ganimetin beşte biri ile Haccac’a gönderdi.
Üstelik o güne kadar gerekli askeri donanıma sahip bulunmayıp sadece 300 zırhı bulunan Arap ordusu en modern askeri techizata ve zırhlarına kavuşuyordu. Bu arada çok mükemmel silahlar ele geçti. Bu silahlar Haccac’ın muvafaktıyle ganimete dahil edilmeyip ordunun techizinde kullanldı. Soğd’un dövme demirleri imal tarzları itibariyle yüzyıllardır ehemmiyetini korumuş geleneksel Davut dövme demirleriyle bir tutuluyordu.
Araplar bütün Horasanı fethettikleri zaman bile, ellerine sadece bu bir tek şehirden aldıkları kadar ganimet geçmemiştir Bu ganimetler Müslümanların güçlerini daha da artırdı. daha sonraki savaşlar için tükenmez bir kaynak teşkil etti. Ganimetleri paylaştırma işi ile milkan oğullarından bir kişi olan Abdullah b. Ve’lan el-Adevi görevlendirildi.
Kuteybe elde ettiği bu müthiş servet ile yetinmemiş, şehrin surlarını göz kamaştıran köşk ve konaklarını bir bir yıktırmış, nerede ise taş üstünde taş bırakmayacak bir şekilde bu güzel şehri, harabeye çevirmiştir. Bu yağma, yıkma ve talanda o kadar ileri gidilmiş ki; Çine giden Türk tacirler, şehre döndükleri zaman şehri tanıyamamışlardı. Ayrıca eşleri ve çocukları Araplar tarafından tamamen esir edilmişti.. Özetle Arpalar Baykent’lilerin birikimlerini yağmalamakla kalmayıp, dinsel heykel ve tapınaklarını yanısıra aile bağlarını bile ustaca paraya çevirmişlerdir. Şehrin onarılması da yine halkın sırtına kalmıştır.
Bundan Kuteybe’nin maksadı açıktı. “Arap nüfuzunu kabul edenler insaniyetle muamele edilecekler, fakat en ufak bir isyan teşebbüsünde bulunanlar merhametsizce ezileceklerdir. Beykent kavminin çoğu ticarete gitmişlerdi. Çine giden tacirler geri geldiklerinde Baykent şehrini harap bir halde, viran olmuş buldular. Çocuklar, kadınlar tutuklanmışlardı. Yine de Beykent’te kalmaya karar verdiler, müslüman askerlerden yakınları için yüksek meblağlarda para ödediler. Müslümanlar bu yüzden nihayetsiz mal sahibi oldular. Şehir uzun yıllar harebe halinde kaldı ancak Beykent halkı acılarını yüreklerine gömdüler ve Beykent şehrini onardılar.
Kuteybe’nin Beykent’e karşı kazandığı zafer, Maveraünnehr prenslerini toparlanmaya ve müşterek düşmana karşı beraberce harekete geçmeye sevk etmiştir. Nitekim, 88 (707) yılında Kuteybe’nin Tumuşkas ve Ramisan’ı ele geçirmesi üzerine, bu müttefik kuvvetlerin birlikte harekete geçtikleri görülmektedir. Ancak bu birliktelik Kuteybe’nin ilerlemesine engel olamamıştır Baykent’in fethi Kuteybe’nin Aşağı Türkistan’da kazandığı en büyük zaferlerden biri olmuştur. (H. 88/M. 706).
Kuteybe, Baykent’ ten sonra Talkan bayındır kentini harabeye çevirtti; halk katledildi, bu işten yorulanlar Türkleri sıra sıra ağaçlara astılar. Talkan yolunun 6 km lik bir kısmı böyle asılmış insanlarla çevrildi. Kuteybe işitilmedik vahşetler işliyordu.Geçtiği yerlerde yanık kokusundan başka bir şey bırakmadı.
Kuteybe’nin Merv’e muhteşem bir zenginlikle döndü. Bakınız bu konuda Taberi ne diyor: “Halk mal yönünden güçlendi. Halk da silah satın alarak kendilerini o silahlarla süslerlerdi. Ve silah fiyatlarını biribiri üzerine attırırlardı. Bu arttırış o hale geldi ki bir süngü 70 dirheme yükseldi. En adi bir zırh 700 dirheme çıktı. Kılıçlar öteki silahlar da ona göre bahalandı. Ve Beykent’in silah deposunda sayısız silah bulundu. Kuteybe Haccac’a mektup yazdı. O silahları gazilere dağıttı. Kendisinden bahadır kişiler de dileyince Haccac’a gönderilmelerine izin verdi.
Kuteybe arkasından Numşket ile Kerminiyye (kirmeine) üzerine yürüdü. Kendine halef olarak Merv’de kardeşi Beşşar bin Müslim’i bıraktı. Yöredeki küçük kaleleri fethederek hakimiyetini dahada artırdı.
Arapların talana dayalı fetih hareketleri ile ilgili olarak Faik Bulut’un yorumuda pek farklı değildir. “Maveraünnehir’in ticaret yolu (Tarihi İpek Yolu) üzerinde olması; Buhara ve özellikle Semerkant’ın göz kamaştırıcı ticari zenginlikleri, Arap akınlarının bu bölgeye din iman ve cihad adına değil; düpedüz yağma, talan ve köle yakalayabilmek gayesiyle girdiklerini gösterir.”
Bölgedeki katliam ve zulmün haddi hesabı yoktur. Bunu sadece Soğd, Çağaniyan veya genelde Türgişlerin direniş, isyan ve karşı seferlerine bağlamak yetersizdir. Durum şudur: Araplar, yayılmacı siyasetlerinin kurbanı olmuş; genişledikçe, boyunduruk altına alınan kavimlerin sayısında önemli artışlar kaydedilmiştir. Böylece çok geniş bir alanda, sayısız kavim ve halkı denetim altında tutmak güçleşmiştir. Arap tahakkümünden hoşnut olmayan kabile, kavim ve halkların sayısal grafiği yükselmiştir. Halkla kaynaşamayan yöneticilerin önlerindeki tek seçenek, kılıç zoruna başvurup habire kelle uçurmaktır.
Kuteybe’nin bu başarıları kalıcı olmamış, 708 yılında Kuteybe tekrar Buhara’dan çıkarılmış ve Türkeş hükümdarı Soke (Soge) neredeyse bütün Orta-Asya’nın hakimi olmuştu.
Arap Vahşeti Adım Adım Yaklaşırken İslamiyetin İlk Yıllarında Arap-Türk Münasebetleri Bölüm -1
Arap Vahşeti Adım Adım Yaklaşırken İslamiyetin İlk Yıllarında Arap-Türk Münasebetleri Bölüm -2
Arap Vahşeti Adım Adım Yaklaşırken İslamiyetin İlk Yıllarında Arap-Türk Münasebetleri Bölüm -3
Arap Vahşeti Adım Adım Yaklaşırken İslamiyetin İlk Yıllarında Arap-Türk Münasebetleri Bölüm -4
Arap Vahşeti Adım Adım Yaklaşırken İslamiyetin İlk Yıllarında Arap-Türk Münasebetleri Bölüm -5
Arap Vahşeti Adım Adım Yaklaşırken İslamiyetin İlk Yıllarında Arap-Türk Münasebetleri Bölüm -6
Arap Vahşeti Adım Adım Yaklaşırken İslamiyetin İlk Yıllarında Arap-Türk Münasebetleri Bölüm -7
BÜTÜN ERKEKLER ÖLDÜRÜLDÜ. KADINLAR VE ÇOCUKLAR ESİR EDİLDİ.
ARAPLAR BU ZENGİN TÜRK ŞEHRİNİ İSTEDİKLERİ GİBİ YAĞMA ETMİŞLERDİR..
TABERİ’NİN RİVAYETİNE GÖRE, BAYKENT’TEN ARAPLAR ÖYLESİNE ÇOK MAL, MÜLK, ZENGİNLİK SİLAH, ALTIN VE GÜMÜŞ GİBİ DİĞER KIYMETLİ MÜCEVHERLER ELDE ETMİŞLERDİR Kİ BU GANİMETİN HAD VE HESABI YOKTU.
KATİPLER BUNLARI SAYA, SAYA BAŞ EDEMİYORDU. BU GELİŞMEYE EŞLİK ETMEK ÜZERE BUDİST VE ZERDÜŞT İNANCININ SEMBOLLERİ, ONLARA İNANAN YERLİ HALKIN KORKU DOLU BAKIŞLARI ARASINDA ÜST ÜSTE YIĞILARAK YAKILDI.
BU YOLLA MÜSLÜMANLAR, HEM DEĞİŞİK İNANÇLARDAN TÜRKLERİ TERÖRİZE EDERKEN DİĞER YANDAN DA YENİ GANİMET İMKANI ELDE EDİYORLARDI.
ÖRNEĞİN ERİTİLEN BU SEMBOLLERDEN 50 000 MİSKAL ALTIN VE MÜCEVHER ELDE EDİLDİĞİ SÖYLENMEKTEDİR.
İSLAMİYETİN İLK YILLARINDA ARAP TÜRK MÜNASEBETLERİ
BÖLÜM - 4
YAZAN TANER ÜNAL
Haddi zatında Toharistan Yabguluğu mülki bir birim olarak ilk defa Batı Göktürk kağanlarından Tong yabgu (619-630) tarafından kurulmuş (630) ve Kağanı temsilen Han. Yabgu Tardu Şad’a bağlanmıştır. Bu şekilde Türk devlet geleneği esasına göre kurulan sistem, el Mutasımın ilk hilafet yıllarına kadar (835) devam etmiş ve Türk asıllı bir çok aristokrat Toharistan Yabgusu olmuştur. İslami kaynakların rivayetlerinden Toharistan Yabgularının genellikle Karluk, Türklerinden olduğu anlaşılmaktadır, Çinliler bu bölgeye Tou-ho-lo adını vermişlerdir. Miladi VII. Asıra M.Ş. Günaltay’ın beyanına göre, bura ahalisinin büyük bir kısmı Aftalitler’den Akkoyunlu Türklerden oluşuyordu. Hanları Che-Hou yani yapagu unvanıyla yad edilmekte ve Arap fetihleri sırasında Gök-Türk Hakanlığına bağlı bulunmakta idi. Toharistan yabguluğunun başşehri Kunduz idi. Belh ise genellikle “budizmin merkezi ve çok kutsal bir ocağı durumunda idi.
Şimdi burada aklımıza şöyle bir soru gelmektedir; İslami fetih yıllarında Müslüman Arap valilerinin önüne çıkan, kâh onların yanında ve kâh onların karşılarında olan bu Toharistan Yabguları kimlerdir? Adları nedir? Nasıl Müslüman olmuşlardır? Şimdilik bu sorulara kesin bir cevap vermemiz mümkün değildir. Buna sebepte, kaynakların bu kabile toplumda müessir şahsiyet haline gelmiş kişileri kendi adıyla değil de onların meşhur lakabları ile zikretmeleri, onların değil kitle ihtidaları, yerli halk ve hele hele mahalli hükümdarların ihtidaları, ile ilgili rivayetleri kaydetmede şaşılacak derecede ihmalkâr davranmalarıdır.
Bilindiği gibi, yabguluk, kadim Türk asalet unvanlarından biridir. Eski Türklerde “tudun”ların üstünde olan ve bütün ilin üzerinde ferdi hakimiyet icra eden siyasi reise Yapagu denilir ve bu “ilbeyi” manasına gelirdi. Bu takdirde böyle bir asalet unvanı alan kimsenin özel bir adı olması gerekmektedir. Halbuki kaynaklarımız sadece Yapagu dan bahsetmekte ve onun gerçek ismini bir türlü zikretmemektedirler: Bu Araplarla çetin mücadelelerde bulunan Türk Han, Hakan ve diğer aristokrat Türk büyükler için böyle olduğu gibi Toharistan Yabguluğu içinde bu böyle olmuştur. Temel kaynaklarda onlar çoğu kere asıl adı ile değil, sahip oldukları ünvan ile zikredilmişlerdir. Bu Toharistan Yabgusu için de böyledir. İslami kaynaklar çok ayrıntılı bilgilerinden de anlaşılacağı üzere, Toharistan Yabgusu’nun aktif durumu, ilk fetih yıllarından başlamak üzere Abbasilerin II. Yükseliş devrine kadar, yani yaklaşık olarak bir buçuk asır devam etmiştir. Bir kişinin bu kadar uzun süre Yapagu olarak kalması mümkün değildir. Bu bakımdan biz Toharistan Yabgularının İslami devrelerini ikiye ayırmış bulunuyoruz. Bunlardan birinci devre; Toharistan Yabguluğu, ilk devirlerden başlamak üzere Kuteybe b. Müslim’in valilik yılları hatta onun ölümünden sonraki yıllara kadar uzanmaktadır. (630 – 720) ikinci devre ise Kuteybe'nin ölümünden sonra başlayan ve Abbasilerin ikinci yükseliş devri yani el-Mutasımın ilk hilafet yıllarında devam eden Yabguluk devridir.(720 – 833)
NEYZEK TARHAN LA BARIŞ
Kutayba, Batı Gök-Türklerin hanedan ailesine bağlı Budist Türk Teginlerinin yönetimindeki Toharistan’a (Toharistan Amu-Derya’nın yukarı mecrasında bir bölgedir. Eskiden 27 küçük beyliğe ayrılmıştı; kuzey hududunu Demir Kapı”, yani Kaşka-Derya ile yukarı Amu Derya ırmakları arasında kain Buzgala geçidi teşkil ediyordu. İslam çağında da Toharistan, geniş manada Amu-Derya’nın yukarı mecrasının sağ ve solunda bulunan ve Belh’e tabi olan bütün dağlık memleketleri içine alıyordu. Bu yıllarda Toharistan Aşağı ve Yukarı Toharistan olarak iki ayrı bölümde mütala edilmiştir.Yukarı Toharistan, denildiğine göre, Belh’in doğusu ile Ceyhun (Amu-Derya)’un batısında bulunuyordu; Aşağı Toharistan ise, Yukarı Toharistan’dan daha doğuya doğru olmak üzere, yine Ceyhun’un batısında bulunuyordu. Toharistan’ın hudutlarından en doğru olarak İstahri tarafından bahsedilmiştir. Belh’in doğusunda, Bedahşan’ın batısında Amu-Derya’nın Güneyinde ve Hindu-Kuş’un esas zirvesinin Kuzeyinde bulunan bir memleketti. Payitaht şehri Talakandı en mühim şehirleri ise Andaraba ve Vavaliz idi.) yöneldi. Kuteybe’nin kendisi üzerine geldiğini gören Toharistan hakimi Neyzek Tarhan herhangi bir mücadeleye girişmeden sulh yapmak istediğini Kuteybe’ye bildirdi.
Bu hadisenin gelişimini İbnül Esir şöyle anlatıyor :
“Kuteybe Şüman hükümdarı ile barış yapınca Bazegis hükümdarı Neyzek Tarhun’a yanındaki Müslüman esirleri serbest bırakmasını isteyen tehditkar bir mektup yazdı. Bunun üzerine Neyzek korkmuş, elindeki esirleri serbest bırakarak Kuteybe’nin yanına göndermişti.
Kuteybe de Ubeydullah b. Ebi Bekre’nin azatlısı olan Süleym en-Nasıh ile gönderdiği mektupta onu barış yapmağa çağırdı ve eman vereceğini belirtti. Kuteybe mektubunda ayrıca Allah’a yemin ediyor ve yanına gelmeyecek olursa üzerine yürüyeceğini, kendisini ele geçirinceye kadar nerede olursa olsun arayacağını, yahut da bu uğurda canını feda edeceğini bildiriyordu. "
Süleyman mektubu teslim edince Neyzek, Süleym’in kendisinin iyiliğine olan şeyi söyleyeceğini bilerek:
“Ey Süleyman! Senin adamını yanında hayırlı bir şey göreceğimi zannetmiyorum, çünkü bana, benim gibi birisine yazılmaması gereken bir üslupla mektup yazmış bulunuyor.” Dedi.
Süleyman ona şöyle karşılık verdi:
“O otoriter birisidir. Bununla birlikte ona karış yumuşak davranılırsa o da yumuşar, zorluk çıkartılırsa kendisi de bu sefer işleri sıkı tutar. Sana yazmış olduğu mektubundaki kaba ifadeler seni yanına gitmekten alıkoymasın. Onun yanında durumun çok iyi olacaktır.”
Neyzek Tarhan bunun üzerine müzakerelere başladı ve Kuteybe ile merkezi, Badğis’e girmemek şartı ile bir anlaşma yaptı.
Kuteybe Merv’e döndü. Onun için artık Aşağı Türkistan harekatına başlamak sırası gelmişti. Dinamik Arap komutanı iyi bir ordu hazırladıktan sonra Baykent’e doğru hareket etti.
Gerçi bu sırada Türkeş Hakanlığı en kudretli devrini yaşamasına rağmen, Araplar’a karşı yapılan mücadelede fazla bir varlık gösterememiştir.
Bu arada Cürcan hükümdarı kuteybe’ye elçi göndererek barış istedi. Kuteybe, Hükümdarın kendisi bizzat yanına gelmesi şartiyle barış yapacağını bildirdi. Hükümdar, kuteybe’nin yanına gitti. Dönerken talakan’da öldü.
KUTEYBE BAYKENTTE
Baykent, Buhara’ya 6 km uzakta, Buhara’dan daha eski bir kentti. Mıntıkanın en mühim sanat ve ticaret merkezlerinden birisi olup (Medinetü’n-Neccar=Tüccarlar Şehri) olarak adlandırılıyordu.
Baykent kesici ve delici harb aletleri yapımı öylesine gelişmiştir ki; en güzel kılınç ve zırhlar burada yapılıyor ve çevre şehirlere buradan ihrac ediliyordu. Bu silah ticareti ile uğraşanların bir çoğu Türk olduğu, hatta Çin’e kadar götürüp bu silahları sattıkları gibi, yerli halkın çoğunluğunun da Türk ve Türkeşlerden oluştuğunu İbn A’sem el-Küfi açık açık kaydetmektedir.
Neyzek Tarhan la anlaşma yeniden anlaşarak ve Toharistan cephesinden emir olan Kutaybe, Araplar arasında gerekli birliği tesis ettikten sonra, asıl hedefi olan Maveraünnehr üzerine yürümek imkanını bularak, Amul ve Zamm geçitlerini emniyete aldıktan sonra Neyzekle Tarhanla birlikte Baykent önlerine geldi. Kuteybe’nin büyük bir ordu ile Baykent’e doğru hareket haberi diğer şehirlere süratle yayıldı. Baykent’liler bütün güçleri ile Araplara karşı direnmeye ve şehri sonuna kadar müdafaa etmeye karar vermişler , Soğdlar dan ve o çevrede dağınık halde oturan Türk boylarından kendilerine yardımcı olmalarını talep etmişlerdi. Kısmen de olsa bu yardım gelmiş bir çevirme hareketiyle dönüş yolları dahi tutularak bütün ikmal ve irtibat yolları kesilmişti.
Bu nedenle Kuteybe’nin hiçbir elçisi Haccac’a varamıyor, kendisi de haber alamıyordu. Kuteybe bu sebeple haberci göndermekte geç kaldığın dan Haccac ordunun tehlikeye düşeceğinden çekinmiş, askerlerin başına bir tehlike gelmiş olabileceği korkusuyla müslümanlara bütün mescidlerde Kuteybe ve ordusu için dualar edilmesini ve En’am suresini okumalarını emretmişti.
Kuteybe Baykent’i iki ay süreyle kuşatmasına karşın alamadı. Arap ordusunda yılgınlık başlamıştı. Askerler artık savaşmak istemiyor, Kuteybe’nin de savaştan vazgeçmesi için en ilginç yolları dahi deniyorlardı.
İşte bunlardan birisini Taberi bakınız nasıl anlatıyor:
“Kuteybe’nin Tender adında bir casusu vardı. İran’lıydı. Buhara halkı ona yalvardılar ve:
-Bir hile yap, onu geri döndür. Merv’e gitsin. Dediler.
Tenderde bunların sözünü kabul etti.
Kalktı. Kuteybe’nin katına geldi:
-Halvet isterim. Dedi. O da yanındaki kişilere izin verdi. Hepsi, huzurdan dışarı çıktılar. Ama onlar arasında Dırar bin Husayn’ı bırakmadı. Birlikte oturdular.
Tender dedi ki:
-Haccac zamanı gitti. Şimdi, senin yerine bi kişi gelmiş. Eğer müslümanları yine Merve iletirsen, çok doğru bir iş işlersin. Dedi.
Kuteybe, bu sözü işitince bir siyah oğlancığı vardı, onu çağırdı. Ona emretti. Tender’in boynunu vurdurttu. Sonra Dırar’a:
-Bu işi seninle benden başka kimse bilmiyor. Ben bunu hiçbir zaman açığa vurmam. En sonunda bu iş duyulacak olursa bunu senden işittiklerini bilirim. Dedi. O zaman and içiyorum ki seni de Tender’in haline getirir. Dedi.
Öyle ise, o ağzını sıkı tut. Kimseye bir şey söyleme. Taki müslümanlar kırgınlık duymasınlar.
Dedi.
Sonra, Kuteybe, müslümanları kendi katına çağırdı. Onlar gelince, Tendir’in başının göğdesinden ayrı olduğunu görünce şaşırdılar. Hepsi başlarını önlerine eğdiler. Kuteybe:
Bir kulun eceli gelip öldüğü size ne oldu
diye sordu. Onlar da:
-Biz onu müslümanlara nasihat edici sanırdık dediler. Kuteybe-Onun, müslümanlara ettiği işi, Allah teala onun başına getirdi, dedi. Siz de Yüce Allah’a teşekkür edip düşmanla savaşla uğraşın. Ve öncekinden daha çok çalışın cenk edin dedi.”
Bu ve benzeri hadiseler neticesinde savaştan başka çarenin kalmadığını anlayan İslam ordusu çetin bir çarpışmaya tutuştu. Kati bir hücuma karar verdi. Bu hücumda bütün askeri maharetini de kullanacaktı. Yapılan kanlı savaşlar ve boğuşmalardan sonra Türkler geri çekilmeye mecbur kalmışlardı. Onlar Baykent’e kadar çekilecekler ve şehri içerden müdafaa edeceklerdi. Bundan yararlanan Kuteybe, derhal şehri kuşattı ve kale duvarları altından lağımlar kazarak Baykent’e girmeyi denedi. Arapların yoğun saldırıları karşısında çaresiz kalan Türkler, kuteybe’den sulh istediler. Ancak Araplar yinede kan dökmeye devam ediyorlardı. Neticede Kuteybe de barışa evet demek zorunda kaldı.
Çünkü Arap ordusu da yorgundu ve yıpranmıştı. Kuteybe, Haraç karşılığı barışı kabul etti. Araplar, barış yolu ile Baykent’e girdiler.
Şehre iki amil (Arap temsilcisi) ve bir miktar da asayiş ve emniyet kuvvetleri bırakarak ayrıldı.
Ancak geride bıraktığı garnizon Baykent halkında bu işin sadece haraç ve ganimet almakla yetinilmeyeceği, işgalin daimi bir nitelik taşıyacağı izlenimi vermişti.
Kuteybe’ye karşı önce gizli sonra aleni bir direniş başlar. Bunda Arap askerleri yerli halka karşı insafsız ve sert davranıyor, onları hor ve hakir görmelerinin büyük tesiri vardı. Hatta şehrin amili Varaka b.Nasr el-Bahili halka hakaret etmede o kadar ileri gitmiştir ki; buna daha fazla dayanamayan bir Türk sonunda onu öldürmek durumunda kalmıştı. Halk bu insafsız davranışlarla ister istemiz bir ihtilal ortamına itildi. Nihayet beklenen oldu. Bu istihkara daha fazla tahammül edemeyen ahali, Araplara karşı isyan etmekte gecikmemişlerdir.
Kent halkı Arap garnizonunu şehirden çıkardı. Zaten şehri yakıp yıkmak için fırsat kollayan Kuteybe korkunç bir geri dönüş yaptı.
Baykent baştan aşağı tahrip edildi, bütün erkekler öldürüldü. Kadınlar ve çocuklar esir edildi.
Yakalanan Baykent Tarhanı, bir milyon dirhem mukabilinde serbest bırakılmasını teklif ettiyse de kabul edilmedi. Kuteybe onun da başını vurdurdu. Şimdi sıra şehrin yağma edilmesine gelmişti. Araplar bu zengin Türk şehrini istedikleri gibi yağma etmişlerdir.. Taberi’nin rivayetine göre, Baykent’ten Araplar öylesine çok mal, mülk, zenginlik silah, altın ve gümüş gibi diğer kıymetli mücevherler elde etmişlerdir ki bu ganimetin had ve hesabı yoktu. Katipler bunları saya, saya baş edemiyordu. Bu gelişmeye eşlik etmek üzere Budist ve Zerdüşt inancının sembolleri, onlara inanan yerli halkın korku dolu bakışları arasında üst üste yığılarak yakıldı. Bu yolla Müslümanlar, hem değişik inançlardan Türkleri terörize ederken diğer yandan da yeni ganimet imkanı elde ediyorlardı. Örneğin eritilen bu sembollerden 50 000 miskal altın ve mücevher elde edildiği söylenmektedir.
Taberi’nin senemlerle ilgili anlatımı ilginçtir: “Rivayet ederler ki Beykent ganimetleri arasında bir sanem bulunmuştu ki 250 miskal ağırlığındaydı. Bu sanemde iki inci vardı ki çok şeffafı ve iriydi. Kuteybe bu inciyi görünce şaşırdı. Adam gönderdi. Macan Ateşgedesi Mubidini (rahibini) çağırttı
. Ona:
-Bu iki incinin bu ülkeye hangi yerden geldiğini söyle haber ver! Dedi.
O kişi de:
-Bir gün hava yüzünden iki kuş geldi ve mabed üstüne kondu. Bu iki kuş gagalarından aşağıya bu iki inciyi bırakmışlardı! Diye cevap verdiler.
Kuteybe de o iki tane inciyi de ganimetin beşte biri ile Haccac’a gönderdi.
Üstelik o güne kadar gerekli askeri donanıma sahip bulunmayıp sadece 300 zırhı bulunan Arap ordusu en modern askeri techizata ve zırhlarına kavuşuyordu. Bu arada çok mükemmel silahlar ele geçti. Bu silahlar Haccac’ın muvafaktıyle ganimete dahil edilmeyip ordunun techizinde kullanldı. Soğd’un dövme demirleri imal tarzları itibariyle yüzyıllardır ehemmiyetini korumuş geleneksel Davut dövme demirleriyle bir tutuluyordu.
Araplar bütün Horasanı fethettikleri zaman bile, ellerine sadece bu bir tek şehirden aldıkları kadar ganimet geçmemiştir Bu ganimetler Müslümanların güçlerini daha da artırdı. daha sonraki savaşlar için tükenmez bir kaynak teşkil etti. Ganimetleri paylaştırma işi ile milkan oğullarından bir kişi olan Abdullah b. Ve’lan el-Adevi görevlendirildi.
Kuteybe elde ettiği bu müthiş servet ile yetinmemiş, şehrin surlarını göz kamaştıran köşk ve konaklarını bir bir yıktırmış, nerede ise taş üstünde taş bırakmayacak bir şekilde bu güzel şehri, harabeye çevirmiştir. Bu yağma, yıkma ve talanda o kadar ileri gidilmiş ki; Çine giden Türk tacirler, şehre döndükleri zaman şehri tanıyamamışlardı. Ayrıca eşleri ve çocukları Araplar tarafından tamamen esir edilmişti.. Özetle Arpalar Baykent’lilerin birikimlerini yağmalamakla kalmayıp, dinsel heykel ve tapınaklarını yanısıra aile bağlarını bile ustaca paraya çevirmişlerdir. Şehrin onarılması da yine halkın sırtına kalmıştır.
Bundan Kuteybe’nin maksadı açıktı. “Arap nüfuzunu kabul edenler insaniyetle muamele edilecekler, fakat en ufak bir isyan teşebbüsünde bulunanlar merhametsizce ezileceklerdir. Beykent kavminin çoğu ticarete gitmişlerdi. Çine giden tacirler geri geldiklerinde Baykent şehrini harap bir halde, viran olmuş buldular. Çocuklar, kadınlar tutuklanmışlardı. Yine de Beykent’te kalmaya karar verdiler, müslüman askerlerden yakınları için yüksek meblağlarda para ödediler. Müslümanlar bu yüzden nihayetsiz mal sahibi oldular. Şehir uzun yıllar harebe halinde kaldı ancak Beykent halkı acılarını yüreklerine gömdüler ve Beykent şehrini onardılar.
Kuteybe’nin Beykent’e karşı kazandığı zafer, Maveraünnehr prenslerini toparlanmaya ve müşterek düşmana karşı beraberce harekete geçmeye sevk etmiştir. Nitekim, 88 (707) yılında Kuteybe’nin Tumuşkas ve Ramisan’ı ele geçirmesi üzerine, bu müttefik kuvvetlerin birlikte harekete geçtikleri görülmektedir. Ancak bu birliktelik Kuteybe’nin ilerlemesine engel olamamıştır Baykent’in fethi Kuteybe’nin Aşağı Türkistan’da kazandığı en büyük zaferlerden biri olmuştur. (H. 88/M. 706).
Kuteybe, Baykent’ ten sonra Talkan bayındır kentini harabeye çevirtti; halk katledildi, bu işten yorulanlar Türkleri sıra sıra ağaçlara astılar. Talkan yolunun 6 km lik bir kısmı böyle asılmış insanlarla çevrildi. Kuteybe işitilmedik vahşetler işliyordu.Geçtiği yerlerde yanık kokusundan başka bir şey bırakmadı.
Kuteybe’nin Merv’e muhteşem bir zenginlikle döndü. Bakınız bu konuda Taberi ne diyor: “Halk mal yönünden güçlendi. Halk da silah satın alarak kendilerini o silahlarla süslerlerdi. Ve silah fiyatlarını biribiri üzerine attırırlardı. Bu arttırış o hale geldi ki bir süngü 70 dirheme yükseldi. En adi bir zırh 700 dirheme çıktı. Kılıçlar öteki silahlar da ona göre bahalandı. Ve Beykent’in silah deposunda sayısız silah bulundu. Kuteybe Haccac’a mektup yazdı. O silahları gazilere dağıttı. Kendisinden bahadır kişiler de dileyince Haccac’a gönderilmelerine izin verdi.
Kuteybe arkasından Numşket ile Kerminiyye (kirmeine) üzerine yürüdü. Kendine halef olarak Merv’de kardeşi Beşşar bin Müslim’i bıraktı. Yöredeki küçük kaleleri fethederek hakimiyetini dahada artırdı.
Arapların talana dayalı fetih hareketleri ile ilgili olarak Faik Bulut’un yorumuda pek farklı değildir. “Maveraünnehir’in ticaret yolu (Tarihi İpek Yolu) üzerinde olması; Buhara ve özellikle Semerkant’ın göz kamaştırıcı ticari zenginlikleri, Arap akınlarının bu bölgeye din iman ve cihad adına değil; düpedüz yağma, talan ve köle yakalayabilmek gayesiyle girdiklerini gösterir.”
Bölgedeki katliam ve zulmün haddi hesabı yoktur. Bunu sadece Soğd, Çağaniyan veya genelde Türgişlerin direniş, isyan ve karşı seferlerine bağlamak yetersizdir. Durum şudur: Araplar, yayılmacı siyasetlerinin kurbanı olmuş; genişledikçe, boyunduruk altına alınan kavimlerin sayısında önemli artışlar kaydedilmiştir. Böylece çok geniş bir alanda, sayısız kavim ve halkı denetim altında tutmak güçleşmiştir. Arap tahakkümünden hoşnut olmayan kabile, kavim ve halkların sayısal grafiği yükselmiştir. Halkla kaynaşamayan yöneticilerin önlerindeki tek seçenek, kılıç zoruna başvurup habire kelle uçurmaktır.
Kuteybe’nin bu başarıları kalıcı olmamış, 708 yılında Kuteybe tekrar Buhara’dan çıkarılmış ve Türkeş hükümdarı Soke (Soge) neredeyse bütün Orta-Asya’nın hakimi olmuştu.
Arap Vahşeti Adım Adım Yaklaşırken İslamiyetin İlk Yıllarında Arap-Türk Münasebetleri Bölüm -1
Arap Vahşeti Adım Adım Yaklaşırken İslamiyetin İlk Yıllarında Arap-Türk Münasebetleri Bölüm -2
Arap Vahşeti Adım Adım Yaklaşırken İslamiyetin İlk Yıllarında Arap-Türk Münasebetleri Bölüm -3
Arap Vahşeti Adım Adım Yaklaşırken İslamiyetin İlk Yıllarında Arap-Türk Münasebetleri Bölüm -4
Arap Vahşeti Adım Adım Yaklaşırken İslamiyetin İlk Yıllarında Arap-Türk Münasebetleri Bölüm -5
Arap Vahşeti Adım Adım Yaklaşırken İslamiyetin İlk Yıllarında Arap-Türk Münasebetleri Bölüm -6
Arap Vahşeti Adım Adım Yaklaşırken İslamiyetin İlk Yıllarında Arap-Türk Münasebetleri Bölüm -7
COMMENTS