“EMPERYALİZME EVET, MİLLİ DEVLETE HAYIR” DİYENLER!!! Avrupa Birliği 1989’da Türkiye’nin tam üyelik başvurusu reddedilince dön...
Avrupa Birliği 1989’da Türkiye’nin tam üyelik
başvurusu reddedilince dönemin başbakanı Turgut Özal ve bir kısım işadamı “Avrupa
Birliği madem bizi içine almıyor, Türkiye mutlaka Avrupa Birliğine tek yanlı
bağlanmalıdır.” Kararı verdiler.
İşte bu yanlış karar, Türkiye'nin bugün içinde
yaşadığı sıkıntıların temel nedenlerinden birisi olmuştur.
Bilindiği üzere, ortada bir Avrupa Birliği adında
oluşturulmuş bir ekonomik – siyasi birlik var. Bu birliğin içine tam üye olarak
girdiğiniz zaman zaten Gümrük Birliğine de girmiş oluyorsunuz. A.B.nin, gerek o
tarihte, gerekse bugün itibarıyla, tam üye statüsüne sahip olunmaksızın,
A.B.liğinin, bünyesi dahilindeki Gümrük Birliğine üyelik olunacağına dair bir
düzenleme – bir siyasi organizasyon – hukuki bir düzenleme yok!!!
Çünkü aklı başında hiçbir millet bu esaret tablosuna
evet demez, Bunu bilen AB böyle bir statüyü uygulamayı düşünmemiş bile !!!
Atatürk “Türk Milleti asil bir millettir, böyle bir
millet esir yaşamaktansa mahvolsun evladır” derken bizdeki Enderuniler
Atatürk’ün hedeflerini yerine getirdikleri iddiasıyla esarete evet dediler ve hiçbir zaman
olmadığımız ve olamayacağımız masalarda hakkımızda her türlü karar verilmesini
kabul ettik ve esarete evet dedik!!!
Eğer böyle bir karar alınmasaydı, Türkiye’de, milli
istikamette gelişmeler olacak, Batının – AB’nin bölge ve Türkiye üzerindeki
çıkarlarına karşı milli bir yapı oluşacaktı.
Türkiye Cumhuriyeti Devletini – yöneten siyasi
iktidarlar – bir tek mermi atmadan, kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olan
egemenliği hakkının devrini ön gören “Emperyalizme evet” diyor, Türkiye
Cumhuriyeti devletinin devamı için esas olan üniter devlet modelinden vaz
geçiyordu. Türkiye'nin hiçbir gerek yokken yaptığı bu teslimiyetçi yaklaşım
emperyal özlemleri olan, Şark meselesini, Sevr planını buz dolabında saklayan
AB’nin iştahını kabarttı...
Muhtelif planlar hazırlandı. Uzun vadeli hesaplar öne
çekildi. Ege Kıta Sahanlığı, Bölücülük – Güneydoğu, Ermeni sorunu,
Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun açılması, azınlıklar, kültürel haklar
meselesi, Türk silahlı kuvvetleri meselesi, yerel yönetimler – Ademi merkeziyet
– eyalet – özerklikler vd. meseleler... Kıbrıs meselesi de
bunlardan birisiydi..
Akdeniz’i bir iç deniz haline getirmek isteyen A.B.
nin gözü Kıbrıs üzerindeydi. A.B. Türkiye ile savaşı göze alamayacağına göre
diplomatik oyunlarla Türk nüfusunun adadaki varlığının eritilerek Devlet
Başkanı sayın Rauf Denktaş’ın tasfiye edilmesi, Türk askerinin adadan
çıkartılması gerekiyordu...
Avrupa Birliği, 1991-1992’de “Kıbrıs adası artık
benim etki alanımdadır, Brüksel olarak Kıbrıs meselesine giriyorum”dediği
zaman BM Genel Sekreteri Perez de Quear “Aman bu uyuşmazlık zaten
zor. Biz işi BM’de zaten zor götürüyoruz, bir de Avrupa Birliği bu işin içine
girerse çözülmesi çok zor olan bir sorun hiç çözülmez hale gelir” diyorken
şimdiki Genel Sekreter Kofi Annan, A.B. ile birlik olmuş “Ya evet ya
hayır. Ya azınlığı kabul edeceksin ya ilhakı yani ENOSİSİ kabul edeceksin ve
Kıbrıs politikandan vazgeçeceksin” şeklinde dayatmalar yapıyordu.
Aslında AB’nin bir Kıbrıs meselesi yoktu. Hatta
1970’te Rum yönetimi A.B.ne tam üyelik için başvurduğunda Güney Kıbrıs Rum
Yönetiminin, A.B.ne üyelik için “Başvurma hakkının olmadığı”
gerekçesiyle yapılan başvuru işleme bile
konulmadı. Ancak soğuk savaşın bitimi A.B.’nin A.B.D. emperyalizminin yanında
diğer emperyal bir oyuncu olarak sahneye çıkmasına sebep oldu. Maastricht’te “Geleceğin Avrupa Birleşik
Devletleri düşüncesi ABD ile birlikte
Avrupa Birleşik Devletleri de dünyayı paylaşacaktır” denildiği andan
itibaren Kıbrıs meselesine bulaşıldı.
Maastricht’in arkasından Akdeniz’in A.B.’nin bir iç
denizi, olmasına karar verildi. Türkiye'yi hiçbir zaman A.B.’ne almayı
düşünmeyen Avrupa Ada’daki Türk nüfusunu, bir şekilde eritmek ,
kimliksizleştirmek Türk askerini göndermek gerektiği kararına vardı.
Yoksa A.B. Türkiye'yi içine alacaksa o zaman neden
Kuzey Kıbrıs Türk kesiminin nüfusunu azaltmaya Türk askerini Kıbrıs’tan
çıkarmaya vd. çalışsın ki?
Türkleri Kıbrıs’tan
tasfiye etmek isteyen A.B., 1994’te KKTC’ne ticari ambargo koyduğu
sırada doğrudan Avrupa Parlamentosu’ndan çıkan kararlarda “Türk ordusu
işgalcidir.” diyordu. Hiçbir Avrupa ülkesi çıkıp ta Kıbrıs’ta “İngiliz
hava üssü – İngiliz askeri de var ne oluyor orada? Yunanistan’ın da orada,
deniz üssü, hava üssü var. Türkiye’nin yok. Neden İngiltere ve Yunanistan
işgalci olmuyor da Türkiye, Türk Ordusumu Kıbrıs’ta işgalci oluyor?”
diyemedi..
Avrupa Parlamentosu, 13
Aralık 1995 günü, Türkiye Cumhuriyeti Devleti – Hükümeti adına – Başbakan Tansu
Çiller ile Başbakan Yrd. Dışişleri Bakanı M. Karayalçın’ın başvuruları sonucu
gerçekleşen son aylardı ve Kıbrıs konusunda oybirliğiyle şu
kararı aldı:
“Türk Hükümeti Kürt sorununu şiddete başvurmadan siyasi yolla çözmeli, Kürt asıllı Türk yurttaşlarına kültürel kimliklerini ifade etme yollarını aramalıdır. Türk Hükümeti ve TBMM Kıbrıs’ın bölünmüşlüğüne son vermek için somut adamlar atmalı ve işgal altında tuttuğu Kıbrıs topraklarından çekilmelidir.” [1]
Avrupa Parlamentosu, bu
kararı aldığı günlerde Türkiye’de hemen tüm siyasiler siyasi parti mensubu
politikacılar iş çevreleri ve medya, Gümrük Birliği’ne girmenin büyük bir başarı olduğunu bunda,
Türk Milleti – Devletinin büyük çıkarı olacağı ifade ediliyor bayramını yapıyor
ve “coşkulu” açıklamalarda
bulunuyorlardı. Avrupa Parlementosu, onayladığı Gümrük Birliği Protokolü’nü, AB Komisyonu’nun 9 Kasım
1995 günü hazırlamış olduğu bu rapora dayandırıyor ve bu raporda şunlar
söyleniyordu:
“GB belgesi AB’ne büyük yararlar sağlayacaktır. Türkiye’ye ihracat artacaktır. Tekstil gibi AB’nin duyarlı olduğu sektörlerde, AB’nin elinde gerekli önlemler vardır. Belge bu olanağı AB’ne vermektedir. GB’ne sokulmuş bir Türkiye ile Kıbrıs Sorunu daha kolay çözülür.”[2]
Kıbrıs ve azınlık hakları
konusunda Avrupa Birliği Parlamentosundan yapılan açıklamalar, 1995 yılından bu
yana ne değişti ne de azaldı; tersine sürekli bir biçimde ve kimi zaman tehdit
boyutuna ulaşarak sürdü. Yetkili yetkisiz, görevli görevsiz, siyasetçi gazeteci
tüm batılılar bilinen ifade edilen mezkur söylemleri yinelediler. Türkiye’ye
geldiler; resmi sıfatlı olanlar Türk bakanlardan önce “insan hakları”
savunucuları ve Bölücü – Türk vatandaşı olan Kürt temsilcilerle görüştüler.
Alevi örgüt “liderleriyle” gizli – açık toplantılar yaptılar; hemen her konuda
Türk Devleti – Türk milleti aleyhine kararlar aldılar. Yaptıkları çalışmalarda
hiçbir zaman ihmal etmedikleri üç temel konu vardı: Kıbrıs, Ege ve azınlıklar. [3]
Avrupa Parlamentosu, 19
Eylül 1996 günü Kıbrıs’la ilgili şu kararı aldı:
“Avrupa Parlamentosu, Türk hükümetinden özellikle işgalci askeri güçlerin geri çekilmesini ve Kıbrıs sorununa adil ve uygulanabilir bir çözüm çağrısında bulunan Birleşmiş Milletler kararlarını kabul etmesini ve uygulamasını ister...”[4]
Avrupa Parlamentosu’nun 17
Eylül 1998 günü aldığı karar, yine Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti
hudutları içinde uluslar arası antlaşmalara dayalı olarak Kıbrıs’a çıkan ve
orada bulunan Türk askerinin, Kıbrıs’tan çekilmesini istiyordu. Karar şöyleydi:
“Avrupa Parlamentosu Türkiye’ye Ada’nın askersizleştirilmesini sağlamak amacıyla Kıbrıs’tan askeri güçlerini çekmesi için somut adımlar atma çağrısında bulunur."[5]
AB, Türkiye’den “Ada’nın
askersizleştirilmesini” isterken, Kıbrıs Rum kesimi sürekli silahlanıyor, Yunanistan adaları
yasa dışı silahlandırıyor, üsler kuruyordu.
Medya “AB nin dostane yaklaşımlarını” ve “Yunanistan’ın
zeytin dalı uzattığını” yazarken Türkiye Kıbrıs ta askeri anlamda tehdit
ediliyordu. Brüksel’de yada Avrupa başkentlerinde alınan kararlar, hazırlıklar
ve açıklamaların birleştikleri ortak nokta; Türkiye’nin Kıbrıs’ı terk etmesi ve
Kıbrıs’ın AB ile bütünleşmiş olan Yunanistan’a ya da bir başka deyişle, Yunanistan’ı
içine alan AB’ne verilmesiydi. Bu yöndeki açıklamalar artık, tehdit
aşamasına getirilmişti; bu tehditi en açık bir biçimde dile getirenlerden biri
de AB – Türkiye Karma Parlamento komisyonu Başkanı Daniel Cohn Bendit’di.
Bendit TUSİAD’ın 26 Kasım 2001 günü kendisine verdiği öğle yemeğinde
şunları söylüyordu:
“Kıbrıs’ın üyeliği AB genişlemesinin önceliklerinden biridir. Kıbrıs bir bütün halinde AB’ne üye olmalıdır. Türkiye, Kıbrıs’ı ilhak etmesi halinde Avrupa toprağının bir parçasını ilhak etmiş olacaktır.”[6]
Avrupa Parlamentosu üyesi Fransız Parlamenter Jean
Charles daha açık konuştu ve “Türkiye’ nin Kıbrıs’ı ilhakı savaş nedenidir.”
[7]
Daniel Cohn Bendit ve Jean Charles’in Kıbrıs
üzerinden Türkiye’ye yönelttikleri tehditin kapsamı, içerik ve sonuç olarak
silahlı çatışmayı da içeren bir niteliğe sahipti ve bu tehdit İstanbul’da
“Türk” işadamlarının önünde yapılıyordu. Avrupa Birliği Komisyonu’nun
genişlemeden Sorumlu Üyesi Günther Verhaugen aynı günlerde şunları
söylemişti:
“Eğer Kıbrıs sorununa siyasi bir çözüm gelmezse, eğer AB üyeleri buna rağmen Kıbrıs’ın tam üyeliğini kararlaştırırsa Türkiye ile Avrupa Birliği arasında büyük bir kriz yaşanır.”
Yunanlılar ve Kıbrıslı Rumlar; arkalarına aldıkları
Batı desteğine, düzgün işleyen bir ekonomik düzene ve toplumsal mutabakata
sahiptiler. Uluslar arası örgütlerden direktif alan politikacıları, kendi
ülkesine yabancılaşmış işçi ve işveren örgütleri ve yozlaşmış aydınları yoktu.
AB’ne girmek ya da IMF’den borç almak için ulusal çıkarlarından ve
kimliklerinden ödün vermiyorlardı; politik ve ekonomik kaos içinde değillerdi;
ulusal birliklerini sağlam temeller üzerine oturtmuşlardı, geleceğe yönelik
planları ve belirlen bir amaçları vardı. Yunanlıların söyledikleri, Türk politikacılarının
çok kolay ve sık yaptıkları içi boş sözler değildi. Rumlar, silah dahil her
alanda kendilerini Kıbrıs’a hazırlıyorlardı. Bu gerçeğin açık kanıtı, Rumların
Eylül – Kasım 2001 arasındaki yalnızca son iki ayda Kıbrıs’ta giriştikleri
silahlanma çabalarıydı. Uluslar arası hukuka aykırı olarak tüm Ege adalarında
silahlanan Yunanistan, bu kez Güney Kıbrıs Rum Yönetimi aracılığıyla Kıbrıs’ta
silahlanıyordu. Üstelik bu silahlar savunma değil saldırı silahlarıydı.[8]
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin almayı öngördüğü ve bir
kısmının siparişini verdiği silah sistemleri şöyleydi: Rusya’nın 3 ay denemesi
için ücretsiz olarak verdiği M1 – 26 genel amaçlı helikopterler, (27 Eylül
2001’de denendi ve 25 adet alınacağı açıklandı), Rum Milli Muhafız Ordusu için
6 adet MI- 35 tipi Rus helikopteri, BUK – MI adı verilen hava savunma sistemi,
12 adet 155 mm’lik Suzzan (Slovakya) topu, 9 lançerli bir batarya Smerch
(Rusya) top, T – 80 V Tank ve BMP – 3 zırhlı muharebe aracı, iki hücumbot, bir
filo Mirage F1 uçağı, Arthur hedef tesbit radarı (İsveç), TPQ-37 hedef tesbit
radarı (ABD).” Bu silahlara ilave olarak, Rum Milli Muhafız Ordusu’nun
envanterinde bulunan AMX – 30 B2 tanklarının modernizasyonu için açılan ihaleyi
Fransa’nın GİAT şirketi aldı. Modernizasyon süresi içinde Kıbrıs’a Yunan
Kontenjan Alayı bünyesindeki 5 tank taburu kaydırıldı.[9]
Türkiye’de televizyonlarda ve gazetelerde; “Kıbrıs’ı
satmaktan”,, “Vatanın sadece harita olmadığından” ve “Kıbrıs’tan
kurtulmaktan” söz edilip yeni – Tanzimatçılık peşinde koşulurken, Rumlar
şuurlu ve planlı bir şekilde silahlanıyor adım adım hedeflerine
yaklaşıyorlardı.
[1] “Yeni Dünya Düzeni Kemalizm ve Türkiye” Metin
Aydoğan Otopsi Yayınları, 2. Baskı 2000 sf. 946
[2] “AB’nin Türkiye Politikası Nedir? (2)” Prof.
Dr. Erol Manisalı Cumhuriyet 31.10.1997
[3] Metin Aydoğan, Avrupa Birliğinin
Neresindeyiz?, Tanzimattan Gümrük Birliğine, S. 244
[4] 19.09.1996, ak. Türk – İş Yayını “Avrupa
Birliği Türkiye’den Ne İstiyor” sf. 3 Akt Metin Aydoğan, Age , S. 244
[5] 17.09.1998; ak. Türk – İş Yayını “Avrupa
Türkiye’den Ne İstiyor” sf. 4
[7]
Metin Aydoğan, Age s.257.
[8]
Metin Aydoğan, Avrupa Birliğinin Neresindeyiz? Tanzimattan Gümrük Birliğine,
Kum Saati Yayınları, 2002, s.258.
[9] Prof.Dr. Erol
Manisalı, Avrupa Çıkmazı Otopsi Yay. 2001, sf. 165
COMMENTS