TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİN EGEMENLİK HAKLARINI BÖYLE DEVRETTİK İMTİYAZ ANLAŞMALARININ İÇ YÜZÜ Türkiye, yabancı bir devlete imt...
TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİN EGEMENLİK HAKLARINI BÖYLE DEVRETTİK
İMTİYAZ ANLAŞMALARININ İÇ YÜZÜ
Türkiye, yabancı bir devlete imtiyazlar tanıyan ilk ikili anlaşmayı, 1 Nisan 1939’da ABD ile yaptı. 5 Mayıs 1939 da yürürlüğe giren bu anlaşmaya göre, Türkiye Amerika’ya gerek ithalat ve ihracatta ve gerekse diğer bütün konularda en ziyade müsaadeye mazhar millet statüsü tanımıştı. Ayrıca, ABD sanayi malları için %12 ile %88 arasında değişen oranlarda gümrük indirimleri sağlanıyordu.
Aynı yıl İngiltere’den 37 milyon sterlin, Fransa’dan 264 frank; 1942 yılında Almanya’dan 100 milyon mark borç alınıyor ve bu borçlarla T.C. Hazinesinin borç yükü % 266 oranında arttırılıyordu.
Bu anlaşma yapıldığında hastalığının en ağır anlarında; “Ayrıcalık tanıyan ve bağımlılık doğuracak dış anlaşmalar yapılmamalıdır” biçiminde ve vasiyet niteliğinde önerilerde bulunan Atatürk öleli henüz 4,5 ay olmuştu. Türkiye, ABD ile yapılan imtiyaz anlaşmasından yaklaşık bir ay sonra; 12 Mayıs 1939’da İngiltere, 23 Haziran 1939’da da Fransa ile iki ayrı deklarasyona imza attı ve bu deklarasyonları 19 Ekim 1939’da (İngiltere ve Fransa, Almanya’ya savaş ilan etmişken) “Üçlü İttifak Anlaşması” haline getirdi. TBMM bu anlaşmaları oybirliği ile onayladı.
2. Dünya Savaşı henüz bitmeden 23 şubat 1945 tarihinde ABD ile, Türkiye açısından olumsuz koşullar içeren bir anlaşma daha yapıldı. 4780 sayılı yasayla TBMM’nin onayından geçen bu anlaşmanın 2. maddesi şöyle diyordu: “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, müsaade edebileceği bilgileri, hizmetleri, maddeleri ve kolaylıkları ABD’ne temin etmekle görevli olacaktır.”
Türk hükümetini, ABD’nin Türkiye’de gereksinme duyduğu bilgi, hizmet, madde ve kolaylıkları sağlamayla görevli kılan bu anlaşma imzalandığında, Atatürk öleli henüz 6 yıl 3 ay olmuştu.
Bu anlaşmadan bir yıl sonra, 27 Şubat 1946 tarihinde yine ABD ile ilk borçlanma anlaşması imzalandı. Bu iki anlaşma, Türkiye’nin ABD ile bugüne dek yaptığı ve sayısını hükümet yetkililerinin bile tam olarak bilmediği anlaşmalar zincirinin başlangıç halkaları oldu. 4882 sayılı yasayla kabul edilen bu anlaşmanın 1. maddesi şöyleydi:
Aynı anlaşmanın, 2. bölüm 1. maddesi ise şöyleydi:
Anlaşma koşullarının, Türkiye açısından ne denli olumsuzluklar içerdiği bu maddelerde açıkça görülmektedir.Özgür iradeleriyle resmi anlaşma yapan iki ülkeden birisi için bu denli eşitsiz koşullar içeren bir anlaşma, dünya ticaret tarihinde herhalde yoktur. ABD; 2. Dünya Savaşından kalan ve dünyanın değişik yerlerinde depoladığı muazzam boyutlu savaş artığı malzemeyi ya satacak ya da çürümeye terk edecekti. Türkiye’ye 10 milyon dolarlık kredi açıyor ve bu krediyi nakit para olarak değil malzeme olarak veriyordu. Malzeme olarak verdiği krediye faiz işletiyor ve on eşit taksitle nakit olarak geri alıyordu. Malzemeyi, “mahallinde olduğu gibi” teslim ediyor ve bunun için “herhangi bir teminat” vermiyordu. Yani satılan malzemeden bozuk, kırık, işlemez ve tamire muhtaç olanları ABD, değiştirmiyor, tamir etmiyor ve işler duruma getirmiyordu.
Ayrıca Türkiye’nin satın alacağı bu malzemelerin mülkiyeti de Amerikalılarda kalıyor ve 23 Şubat 1945 tarihli anlaşmanın 5. maddesi, ABD Başkanı’nın istemesi halinde bu malzemelerin ABD’ne geri verilmesini öngörüyordu. Kurmay Albay (E) Haydar Tunçkanat bu anlaşma için şunları söylüyor:
27 Şubat 1947 tarihli "10 milyon dolarlık kredi anlaşması”nın yapıldığı günlerde, Türkiye Cumhuriyeti’nin hemen hiç dış borcu olmadığı gibi Devlet hazinesinde 245 milyon dolarlık altın ve döviz stoğu bulunuyordu. Hazinenin elinde bunca döviz varken Kurtuluş Savaşının Batı Cephesi Komutanı İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı olduğu bir dönemde; 10 milyon dolarlık bir kredi için bunca ödün vermesini, konuyla ilgili birçok insan yalnızca o dönemde değil bugün bile anlayamamıştır.
Türkiye, 27 Aralık 1949 tarihinde ABD ile, “Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkındaki Anlaşma” adıyla bir ikili anlaşma daha imzaladı. İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı olduğu bir dönemde imzalanan anlaşmanın en önemli özelliği, Türkiye’de kazanılacak Amerikan yanlısı kadroların eğitilme biçimlerinin saptanması ve bu uğurda yapılacak harcamaların karşılama yöntemlerinin belirlenmesiydi. Anlaşma; Türkiye’den ABD’ne gönderilecek Türk öğrenci, öğretim üyesi ve kamu görevlileri ile ABD’nden Türkiye’ye gönderilecek Amerikalı ‘uzman’, ‘araştırmacı’ ve ‘eğitimci’ nin statülerini belirliyordu.
Anlaşma’nın 5. maddesi en dikkat çekici maddelerden biridir. Bu madde, yukarıda açıklanan işleri yapma yetkisinde olan ve Türkiye’nin bağımsızlığını dolaysız ilgilendiren kararlar alabilen, Türkiye’de Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu’nun kuruluşunu belirlemektedir. 5. madde şöyleydi:
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki “okul ve yüksek öğrenim kuruluşlarında Türk vatandaşlarının yapacağı eğitim, araştırma, öğrenim gibi faaliyetleri belirleyen 27 Aralık 1949 tarihli anlaşmadan sonra, ABD’ne davet e dilen ilk gazeteci Bülent Ecevit oldu. Ecevit, Ankara’daki Amerikan Haberler Merkezi’nin, “Eğitim Mübadele Programı” çerçevesinde yaptığı daveti kabul etti ve; 1954 Ekim ayında Amerika’ya gitti. Ecevit, kuzey Carolina’daki tütün kenti Wiston – Salem’de, yayın yapan ve kentin adını taşıyan “Winston-Salem Journal’da “özel olarak çalıştı” yani staj gördü. Üç aylık çalışmadan sonra 30 gün süreyle Amerika Birleşik Devletlerinin değişik yörelerini dolaştı ve Boston da 20 gün kalarak, ünlü Harvard Üniversitesinin Ortadoğu Enstitüsünde Ortadoğu’nun bölgesel sorunlarını inceledi ve yurda döndü.
Bülent Ecevit, 1957 Mayısında bir yılık süre için bir kez daha Amerika’ya gitti. Bu kez bursu veren, ABD Başkanı Eisenhower’a, türkiye için “oltaya yakalanmış balığın yeme ihtiyacı yoktur.” diye mektup yazan ve milli bağımsızlık hareketlerine karşıtlığıyla tanınan Nelson Aldrich Rockefeller’in kurduğu, Rockfeller Vakfıydı ve bursun süresi bir yıldı. Ecevit yurda döndü ve seçimleri kazanarak 32 yaşında milletvekili oldu.
Amerikalara ait özel eğitim burslarından yararlanan bir diğer “devlet büyüğümüz” de, yine yaşamı boyunca “ülkesine hizmet etmiş” olan Süleyman Demirel’dir. Demirel, 1954 yılında kurulan Dwight D. Eisenhoqer Vakfı’nın burs verdiği ilk yabancıdır.
13 Şubat 1965 günü, AP oylarıyla bütçesi reddedilen İsmet İnönü Hükümeti istifa etti. Aynı gün yayınlanan New York Timse şunları yazıyordu:
1949 yılında imzalanan “Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkındaki Anlaşma”, Türk Milli Eğitimini ABD denetimine bırakan süreci başlattı. Amerika’ya gönderilen Türklerin hemen tamamı Türkiye’ye döndüklerinde üst düzey görevlere getirildi.
Amerikalı Petrol milyarderi Nelson Rockefeller, 1956 yılında Başkan Eisenhower’e yazdığı ünlü mektubunda, ABD Dışişleri Bakanlığının uyguladığı politikaya katıldığını belirterek şöyle diyor:
Bir başka etkili Amerikalı Halford L. Hoskins’in 1966 yılında Türkiye hakkında söyledikleri sözler ise şöyle:
ABD’nin Türkiye’ye yardımının ne anlama geldiğini, ABD Başkanı Johnson’ın Kıbrıs bunalımı sırasında İnönü’ye yazdığı mektuptaki; “Bizden aldığınız silah ve malzemeleri iznimiz olmadan ve bizim göstereceğimiz yer dışında kullanamazsınız” anlamındaki sözlerinde, IMF kredi koşullarında ve “teknik yardım” uygulamalarında görmek mümkündür.
Johnson, zerinde çok tartışılan ünlü mektubunda şöyle söylüyordu:
Türkiye, yabancı bir ülkeden Osmanlı döneminden beri bu denli ağır bir mektup almamıştı.
Emperyalizm etkinliğini gün geçtikçe artırdı.
İsmet İnönü 1963 yılında Başbakanken şunları söylüyordu:
İsmet İnönü’nün sözünü ettiği yabancı “uzmanların” Türkiye de yerleşmedikleri özel ya da kamusal kuruluş kalmamış gibidir. İnönü’nün bu sözleri söylediği günden 12 yıl sonra 1975 yılında, ABD, Amerikan Yardım Teşkilatı’nın (AID) Türkiye’deki çalışmalarının verimini saptamak için bir uzman yolladı. Richard Podol adlı “uzman” Washington’a gönderdiği raporda şunları yazıyordu:
AID’nin bu guruba yönelttiği çabaların özellikle Özal döneminden sonra ne düzeye vardığını artık herkes biliyor. Bu ülke, Almanya’daki din görevlilerinin maaşlarını Suudi sermayesine ödeten Cumhurbaşkanları, ABD’nden devletin üst kademelerine
“Türk” prensler ithal eden başbakanları ve komşu ülkelerde darbe yaptırmaya kalkışan parti liderleri gördü.
İMTİYAZ ANLAŞMALARININ İÇ YÜZÜ
Türkiye, yabancı bir devlete imtiyazlar tanıyan ilk ikili anlaşmayı, 1 Nisan 1939’da ABD ile yaptı. 5 Mayıs 1939 da yürürlüğe giren bu anlaşmaya göre, Türkiye Amerika’ya gerek ithalat ve ihracatta ve gerekse diğer bütün konularda en ziyade müsaadeye mazhar millet statüsü tanımıştı. Ayrıca, ABD sanayi malları için %12 ile %88 arasında değişen oranlarda gümrük indirimleri sağlanıyordu.
Aynı yıl İngiltere’den 37 milyon sterlin, Fransa’dan 264 frank; 1942 yılında Almanya’dan 100 milyon mark borç alınıyor ve bu borçlarla T.C. Hazinesinin borç yükü % 266 oranında arttırılıyordu.
Bu anlaşma yapıldığında hastalığının en ağır anlarında; “Ayrıcalık tanıyan ve bağımlılık doğuracak dış anlaşmalar yapılmamalıdır” biçiminde ve vasiyet niteliğinde önerilerde bulunan Atatürk öleli henüz 4,5 ay olmuştu. Türkiye, ABD ile yapılan imtiyaz anlaşmasından yaklaşık bir ay sonra; 12 Mayıs 1939’da İngiltere, 23 Haziran 1939’da da Fransa ile iki ayrı deklarasyona imza attı ve bu deklarasyonları 19 Ekim 1939’da (İngiltere ve Fransa, Almanya’ya savaş ilan etmişken) “Üçlü İttifak Anlaşması” haline getirdi. TBMM bu anlaşmaları oybirliği ile onayladı.
2. Dünya Savaşı henüz bitmeden 23 şubat 1945 tarihinde ABD ile, Türkiye açısından olumsuz koşullar içeren bir anlaşma daha yapıldı. 4780 sayılı yasayla TBMM’nin onayından geçen bu anlaşmanın 2. maddesi şöyle diyordu: “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, müsaade edebileceği bilgileri, hizmetleri, maddeleri ve kolaylıkları ABD’ne temin etmekle görevli olacaktır.”
Türk hükümetini, ABD’nin Türkiye’de gereksinme duyduğu bilgi, hizmet, madde ve kolaylıkları sağlamayla görevli kılan bu anlaşma imzalandığında, Atatürk öleli henüz 6 yıl 3 ay olmuştu.
Bu anlaşmadan bir yıl sonra, 27 Şubat 1946 tarihinde yine ABD ile ilk borçlanma anlaşması imzalandı. Bu iki anlaşma, Türkiye’nin ABD ile bugüne dek yaptığı ve sayısını hükümet yetkililerinin bile tam olarak bilmediği anlaşmalar zincirinin başlangıç halkaları oldu. 4882 sayılı yasayla kabul edilen bu anlaşmanın 1. maddesi şöyleydi:
“Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Birleşik Devletler Dış Tasfiye Komisyonu’nun Türkiye dışında satılığa çıkardığı ihtiyaç fazlası teçhizat ve malzemelerden, ihtiyaçlarını karşılayanlarını alabilecektir. ABD Hükümeti bu alımları kolaylaştırabilmek için Türk Hükümetine 10 milyon dolar kredi verecektir. Kredinin anapara ve faiz geri ödemeleri Birleşik Devletlerin arzusuna göre, Merkez Bankasında özel bir hesaba yatırılacak ve Birleşik Devletler tarafından Türkiye’de kullanılan memurların ücretleri dahil olmak üzere Birleşik devletlerin masraflarına tahsis edilecektir.”
Aynı anlaşmanın, 2. bölüm 1. maddesi ise şöyleydi:
“Türk Hükümeti tarafından satın alınmak istenen malzeme, Türk Hükümeti tarafından mahallinde ve olduğu gibi alınacak, alınan malzemenin mülkiyeti Birleşik Devletler üzerinde kalacaktır. Birleşik Devletler, alınan malzemeler için herhangi bir teminat vermeyecektir.”
Anlaşma koşullarının, Türkiye açısından ne denli olumsuzluklar içerdiği bu maddelerde açıkça görülmektedir.Özgür iradeleriyle resmi anlaşma yapan iki ülkeden birisi için bu denli eşitsiz koşullar içeren bir anlaşma, dünya ticaret tarihinde herhalde yoktur. ABD; 2. Dünya Savaşından kalan ve dünyanın değişik yerlerinde depoladığı muazzam boyutlu savaş artığı malzemeyi ya satacak ya da çürümeye terk edecekti. Türkiye’ye 10 milyon dolarlık kredi açıyor ve bu krediyi nakit para olarak değil malzeme olarak veriyordu. Malzeme olarak verdiği krediye faiz işletiyor ve on eşit taksitle nakit olarak geri alıyordu. Malzemeyi, “mahallinde olduğu gibi” teslim ediyor ve bunun için “herhangi bir teminat” vermiyordu. Yani satılan malzemeden bozuk, kırık, işlemez ve tamire muhtaç olanları ABD, değiştirmiyor, tamir etmiyor ve işler duruma getirmiyordu.
Ayrıca Türkiye’nin satın alacağı bu malzemelerin mülkiyeti de Amerikalılarda kalıyor ve 23 Şubat 1945 tarihli anlaşmanın 5. maddesi, ABD Başkanı’nın istemesi halinde bu malzemelerin ABD’ne geri verilmesini öngörüyordu. Kurmay Albay (E) Haydar Tunçkanat bu anlaşma için şunları söylüyor:
“10 milyon dolarlık Amerika kredisiyle borçlanan Türkiye, alınan ve çoğu kullanılmış savaş artığı malzemenin büyük bir kısmından yararlanamamıştır. Yararlanma imkanını bulduğu küçük bir kısmı içinde, Amerika’ya yedek parça karşılığı 4-5 katına varan döviz ödemek zorunda kalmıştır.”
27 Şubat 1947 tarihli "10 milyon dolarlık kredi anlaşması”nın yapıldığı günlerde, Türkiye Cumhuriyeti’nin hemen hiç dış borcu olmadığı gibi Devlet hazinesinde 245 milyon dolarlık altın ve döviz stoğu bulunuyordu. Hazinenin elinde bunca döviz varken Kurtuluş Savaşının Batı Cephesi Komutanı İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı olduğu bir dönemde; 10 milyon dolarlık bir kredi için bunca ödün vermesini, konuyla ilgili birçok insan yalnızca o dönemde değil bugün bile anlayamamıştır.
Türkiye, 27 Aralık 1949 tarihinde ABD ile, “Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkındaki Anlaşma” adıyla bir ikili anlaşma daha imzaladı. İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı olduğu bir dönemde imzalanan anlaşmanın en önemli özelliği, Türkiye’de kazanılacak Amerikan yanlısı kadroların eğitilme biçimlerinin saptanması ve bu uğurda yapılacak harcamaların karşılama yöntemlerinin belirlenmesiydi. Anlaşma; Türkiye’den ABD’ne gönderilecek Türk öğrenci, öğretim üyesi ve kamu görevlileri ile ABD’nden Türkiye’ye gönderilecek Amerikalı ‘uzman’, ‘araştırmacı’ ve ‘eğitimci’ nin statülerini belirliyordu.
Anlaşma’nın 5. maddesi en dikkat çekici maddelerden biridir. Bu madde, yukarıda açıklanan işleri yapma yetkisinde olan ve Türkiye’nin bağımsızlığını dolaysız ilgilendiren kararlar alabilen, Türkiye’de Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu’nun kuruluşunu belirlemektedir. 5. madde şöyleydi:
“Komisyon dördü T.C. vatandaşı ve dördü ABD vatandaşı olmak üzere 8 üyeden oluşacaktır. ABD’nin Türkiye’deki diplomatik misyon şefi komisyonun fahri başkanı olacak ve komisyonda oyların eşit olması halinde kararı, komisyon başkanı verecektir.”
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki “okul ve yüksek öğrenim kuruluşlarında Türk vatandaşlarının yapacağı eğitim, araştırma, öğrenim gibi faaliyetleri belirleyen 27 Aralık 1949 tarihli anlaşmadan sonra, ABD’ne davet e dilen ilk gazeteci Bülent Ecevit oldu. Ecevit, Ankara’daki Amerikan Haberler Merkezi’nin, “Eğitim Mübadele Programı” çerçevesinde yaptığı daveti kabul etti ve; 1954 Ekim ayında Amerika’ya gitti. Ecevit, kuzey Carolina’daki tütün kenti Wiston – Salem’de, yayın yapan ve kentin adını taşıyan “Winston-Salem Journal’da “özel olarak çalıştı” yani staj gördü. Üç aylık çalışmadan sonra 30 gün süreyle Amerika Birleşik Devletlerinin değişik yörelerini dolaştı ve Boston da 20 gün kalarak, ünlü Harvard Üniversitesinin Ortadoğu Enstitüsünde Ortadoğu’nun bölgesel sorunlarını inceledi ve yurda döndü.
Bülent Ecevit, 1957 Mayısında bir yılık süre için bir kez daha Amerika’ya gitti. Bu kez bursu veren, ABD Başkanı Eisenhower’a, türkiye için “oltaya yakalanmış balığın yeme ihtiyacı yoktur.” diye mektup yazan ve milli bağımsızlık hareketlerine karşıtlığıyla tanınan Nelson Aldrich Rockefeller’in kurduğu, Rockfeller Vakfıydı ve bursun süresi bir yıldı. Ecevit yurda döndü ve seçimleri kazanarak 32 yaşında milletvekili oldu.
Amerikalara ait özel eğitim burslarından yararlanan bir diğer “devlet büyüğümüz” de, yine yaşamı boyunca “ülkesine hizmet etmiş” olan Süleyman Demirel’dir. Demirel, 1954 yılında kurulan Dwight D. Eisenhoqer Vakfı’nın burs verdiği ilk yabancıdır.
13 Şubat 1965 günü, AP oylarıyla bütçesi reddedilen İsmet İnönü Hükümeti istifa etti. Aynı gün yayınlanan New York Timse şunları yazıyordu:
“İnönü Hükümetinin düşürülmesine karar verilmiştir. Demirel, Türkiye’nin siyaset ufkunda yeni bir yıldızdır... Mr. Demirel Eisenhower bursuyla bir zamanlar Amerika’da eğitim yapmış, olağanüstü zeki bir mühendistir.”
1949 yılında imzalanan “Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkındaki Anlaşma”, Türk Milli Eğitimini ABD denetimine bırakan süreci başlattı. Amerika’ya gönderilen Türklerin hemen tamamı Türkiye’ye döndüklerinde üst düzey görevlere getirildi.
Amerikalı Petrol milyarderi Nelson Rockefeller, 1956 yılında Başkan Eisenhower’e yazdığı ünlü mektubunda, ABD Dışişleri Bakanlığının uyguladığı politikaya katıldığını belirterek şöyle diyor:
“Türkiye gibi anti – komünist hükümetlerin iktidarda bulunduğu ülkelere yapılacak yardımlar ve açılacak krediler, öncelikle askeri nitelikte olmalıdır. Oltaya yakalanmış balığın yeme ihtiyacı yoktur. Geliştirilmiş ekonomik yardım Türkiye’de, bazı durumlarda düşünülenin tam tersi sonuç verebilir, yani bağımsızlık eğilimlerini arttırıp mevcut askeri planlarımızı zayıflatabiliriz. Bu tür ülkelere yapılacak yardım, bize bağlı hükümetleri iktidarda tutacak ve ABD’ne düşman unsurları zararsız hale getirecek biçim ve miktarda olmalıdır.” (55-“Milli Kurtuluş Tarihi” Doğan Avcıoğlu İstanbul Yay. 1974, 3. cilt sf. 1673.)
Bir başka etkili Amerikalı Halford L. Hoskins’in 1966 yılında Türkiye hakkında söyledikleri sözler ise şöyle:
“ABD Türkiye’ye esas olarak askeri bir dayanak gözüyle bakmıştır. Coğrafi konumu, NATO ve CENTO gibi savunma paktlarına katılma konusunda gösterdiği arzu ve hatta sahip olduğu çok değerli maden kaynakları, Türkiye’ yi her türlü dış yardımın yapılmasına layık duruma getirmektedir.”
ABD’nin Türkiye’ye yardımının ne anlama geldiğini, ABD Başkanı Johnson’ın Kıbrıs bunalımı sırasında İnönü’ye yazdığı mektuptaki; “Bizden aldığınız silah ve malzemeleri iznimiz olmadan ve bizim göstereceğimiz yer dışında kullanamazsınız” anlamındaki sözlerinde, IMF kredi koşullarında ve “teknik yardım” uygulamalarında görmek mümkündür.
Johnson, zerinde çok tartışılan ünlü mektubunda şöyle söylüyordu:
“Bay Başbakan, askeri yardım alanında Türkiye ve Birleşik Devletler arasında yürürlükte olan iki taraflı anlaşmaya dikkatinizi çekmek isterim. Türkiye ile aramızda var olan, askeri yardımın veriliş hedeflerinden başka amaçlarla kullanılması için, Hükümetinizin Birleşik devletlerin iznini alması gerekmektedir. Hükümetiniz bu koşulu tamamen anlamış olduğunu, çeşitli kereler, Birleşik Devletlere bildirmiştir. Var olan koşullar altında, Türkiye’nin Kıbrıs’a yapacağı bir müdahalede Amerika tarafından verilmiş olan askeri malzemenin kullanılmasına, Amerika Birleşik Devletlerinin izin vermeyeceğini, size bütün samimiyetimle ifade etmek isterim”
Türkiye, yabancı bir ülkeden Osmanlı döneminden beri bu denli ağır bir mektup almamıştı.
Emperyalizm etkinliğini gün geçtikçe artırdı.
İsmet İnönü 1963 yılında Başbakanken şunları söylüyordu:
“Daha bağımsız ve kişilik sahibi dış politika izlenmesini istiyorsunuz. Herkes aynı şeyden söz ediyor. Nasıl yapacağım ben bunu? Karar vereceğim ve işi teknisyenlere havale edeceğim. Onlar ayrıntılı çalışmalar yapacaklar ve öneriler hazırlayacaklar .yapabilirler mi bunu? Hepsinin çevresinde uzman denen yabancılar dolu, iğfal etmeye çalışıyorlar. Başaramazlarsa işi sürüncemede bırakmaya çalışıyorlar. O da olmazsa karşı tedbir alıyorlar. Bir görev veriyorum sonucu bana gelmeden Washington’un haberi oluyor. Sonucu memurdan önce, sefirden öğreniyorum. Bağımsızlık savaşından sonra Lozan’da esas mücadele bu uzmanlar konusunda oldu. Yoksa sınırlar zaten fiili durum idi. Tazminat işini iki devlet aramızda çözerdik. Bütün mücadele idaremize yapılmak istenen müdahale yüzünden çıktı. Bir tek uzman vermek için büyük ödünlerde bulunmaya hazırdılar. Dayattık. Biz onların neden ısrar ettiklerini biliyorduk. Onlar bizim neden inatla reddettiğimizi biliyorlardı. Böyledir bu işler, peygamber edasıyla size dünyaları vaat ederler. İmzayı attınız mı ertesi gün gelmişlerdir. Personeli gelmiştir; teçhizatı gelmiştir; üsleri gelmiştir. Ondan sona sökebilirsen sök. Gitmezler. Ancak bu sorunun üzerine vakit geçirmeden gitmek gerek. Yoksa ne bağımsız dış politika, ne bağımsız iç politika güdemezsiniz. Havanda su döversiniz. Fakat sanmayınız ki bu kolay bir iştir. Denediğinizde başınıza neler geleceği bilinmez...”
İsmet İnönü’nün sözünü ettiği yabancı “uzmanların” Türkiye de yerleşmedikleri özel ya da kamusal kuruluş kalmamış gibidir. İnönü’nün bu sözleri söylediği günden 12 yıl sonra 1975 yılında, ABD, Amerikan Yardım Teşkilatı’nın (AID) Türkiye’deki çalışmalarının verimini saptamak için bir uzman yolladı. Richard Podol adlı “uzman” Washington’a gönderdiği raporda şunları yazıyordu:
“Türkiye’de önemli mevkilerde Amerikan eğitim görmemiş bir Türk’ün bulunduğu bakanlık ya da iktisadi devlet kuruluşu (KİT) hemen hemen kalmamıştır. Müsteşarlık ve genel müdürlük mevkilerinden de daha yüksek görevlere kısa zamanda geçmeleri beklenmektedir. AID bütün çabalarını bu guruba yöneltmelidir.”
AID’nin bu guruba yönelttiği çabaların özellikle Özal döneminden sonra ne düzeye vardığını artık herkes biliyor. Bu ülke, Almanya’daki din görevlilerinin maaşlarını Suudi sermayesine ödeten Cumhurbaşkanları, ABD’nden devletin üst kademelerine
“Türk” prensler ithal eden başbakanları ve komşu ülkelerde darbe yaptırmaya kalkışan parti liderleri gördü.
COMMENTS